Dupnisa Mağarası etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
Dupnisa Mağarası etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

13 Temmuz 2012 Cuma

DUPNİSA MAĞARASI

Dupnisa Mağarası'na 2011 yılı Kurban Bayramı'nda gitmiştik. O günden beri araya başka geziler girdi, bir türlü hazırlama fırsatı bulamadım Dupnisa'yı. Norveç ve Stockholm yazılarından önce araya sıkıştırmak istedim. Her dini bayramın son gününde annemi ve ablamı da alarak çocuklarla beraber Trakya turu yapıyoruz. O gezimizde de İğneada'ya gidiyorduk aslında. İğneada'ya defalarca gitmişizdir. Bir kere daha gidişimizin asıl nedeni burasının orman yolunu çok sevmemiz. 
 
Dupnisa Mağarası ile ilgili internetten bilgi toplarken Youtube'da mağaranın içinde çekilmiş bu müzik videosu ile karşılaştım. Bu gezimizin şarkısı olsun.
İğneada'ya gitmek için TEM'de Edirne yönünde giderken Lüleburgaz çıkışından sonra Pınarhisar'a girdik. Sonrasında Demirköy civarında yolun sol tarafında Dupnisa Mağarası tabelasını gördük. Saniyeler içerisinde karar verip tabelanın gösterdiği yöne doğru ilerlemeye başladık.
Orman yolunda gitmek ilk başalarda çok zevkliydi. Dakikalar geçtikçe acaba kaçırdık mı diye endişelenmeye başladık. Yol bir türlü bitmek bilmedi. Ara sıra küçük köylere rastladık. Ya da birkaç tane evin bir araya gelmiş hali diyelim. Neyse, mağaraya ulaştık sonunda. Geniş bir alana park etmiş çok sayıda araba gördük. Sanırım bayram olduğu için çok kalabalıktı. Mağaranın soğuk olabileceğini düşünerek yanımıza hırka falan aldık. Mağaranın hemen önünde dere akıyor. Doğal bir kemeri geçerek mağaranın girişine geldik. Cüzi bir giriş ücreti ödedik. Daha içeriye girmeden soğuk havayı hissettik. "Çocuklar üşür mü acaba?" diye kendi aramızda konuşurken şivesinden Trakyalı olduğu anlaşılan bir amca "Merak etmeyin üşümezsiniz. Yukarı çıktıkça kızışırsınız." dedi. Etrafımızdaki insanların konuşmalarından anladım ki ziyaretçilerin büyük çoğunluğu Trakya ahalisi.
 
Dupnisa Mağarası'na gelmeyi önceden planlamadığımız için yanımızda sadece küçük kompakt fotoğraf makinamız vardı. Fotoğraflar çok doyurucu değil lakin Dupnisa Mağarası hakkında elimden geldiğince detaylı bilgi vermeye çalışacağım. Dupnisa Mağarası 2003 yılında turizme açılmış. Trakya'nın turizme açılan tek mağarası. Mağaranın girişinde turizme açılmasında katkıda bulunanların isimleri tek tek gururla yazılmış. Doğal hayatı sevenler, mağara sevenler tarafından ise neredeyse lanetleniyor bu isimler. Mağaranın turizme açılması hem milyonlarca yıldır süren oluşuma zarar veriyormuş, hem yarasaları yok etmiş, hem de inşa edilen merdivenler doğallığını bozmuş. Özellikle ekşi sözlükte bu konuda pek çok fikir okuyabilirsiniz.
  Mağara girişinde yeralan bilgilendirici tabelada şunlar yazıyor:
 "Mağaralar, yeraltısularının karstik özellikteki kireç taşlarını eritmesiyle oluşmuş küçük-büyük yeraltı boşluklarıdır. Jura (160 milyon yıl) yaşlı kireç taşlarının içerisinde açılan bu mağaranın oluşum yaşı pliyosen (3-4 milyon yıl) dır. Dupnisa mağara sistemi 2 mağaradan oluşur. Üstteki mağara kuru mağara, alttaki ise sulu mağara olarak bilinir. Bu iki mağara birbirleriyle bağlantılı olup ikisi arasında 30 metre kot farkı bulunmaktadır. Kuru mağara 900 metre, sulu mağara 1700 metre olmak üzere toplam uzunluğu 2600 metre olup, üstteki kuru mağara sarkıt, dikit, sütun, damlataş yönüyle sulu mağaraya göre daha zengindir. Sulu mağaranın girişinde karstik olarak oluşmuş bir kemer yer almaktadır. Ortalama sıcaklık kuru mağarada 17 santigrat derece, sulu mağarada ise 10 santigrat derecedir. Sulu mağarada ise bu oluşumlar halen devam etmektedir."
Mağara içinde ilerledikçe yoğun bir ışıklandırma ile karşı karşıya kaldık. İlk bölüm adı üzerinde "Sulu Mağara" olduğundan yerler ıslak, hatta çamurlu. Sulu Mağara'nın sadece 250 metresi turizme açık. İçinden devamlı olarak bir yeraltı nehri aktığı için bu kısmın gelişimi devam ediyor. Bu yeraltı nehri Türk-Bulgar sınırı olan Rezve Deresi'ni oluşturuyor. Yukarıya doğru mağaranın içine inşa edilmiş beton merdivenler yardımıyla ilerliyoruz.
  İnanılmaz güzellikteki oluşumlar insanı büyülüyor.
 Yukarıya doğru çıktıkça sıcaklık yükseliyor. Hem ortam sıcaklığı, hem de çok sayıda merdiven çıktığımız için vücut sıcaklığımız artıyor. Hepimiz kızıştık!
Yukarıdaki Kuru Mağara'da sarkıtlar, dikitler daha neler neler, farklı bir gezegendeymişiz hissiyatı veriyor.
Ya da fantastik bir filmin setinde gibiyiz.
Bir ara yanımdan hızla siyah birşey geçti. Yarasa mıydı acaba? İddialara göre eskiden mağarada yüzlerce yarasa yaşarmış. Mağara ışıklandırıldıktan sonra yarasalar telef olmuş. Detaylarını aşağıdaki bağlantıdan okuyabilirsiniz.
http://www.blogger.com/blogger.g?blogID=6298789226220593270#editor/target=post;postID=1823871581246256162
Aslında üst mağara iki kısımdan oluşuyor. Kuru Mağara ve Kız Mağarası. Bu mağaralar oluşumlarını tamamladıkları için fosil mağaraymış. Kız Mağarası yarasaların yoğunluğu sebebi ile turizme açık değil. Burada 16 türde 33 bin civarında yarasa yaşıyormuş. Üç mağaranın toplam uzunluğu 2720 metre diyen de var 3200 metre diyen de.
Kuru Mağara'nın açık olan bölümü ise 200 metre. Alt giriş ile üst çıkış noktası arasında 61 metre yükseklik farkı var.
15 Kasım ile 15 Mayıs tarihleri arasında yarasaların kış uykusu zamanı olduğu için giriş yasak.
Kuru Mağara'nın çıkışına iyice yaklaştığımızda dışarıdaki hava sıcaklığını aynen hissettik. Demir bir kapıdan dışarı çıkınca kendimizi dağın tepesinde bulduk.
Dışarıda fazla oyalanmadan geri dönüşe geçtik. Mağaranın güzelliğininde merdivenler gerçekten çok çirkin duruyor. Oraya hiç yakışmıyor.
Dupnisa adını ilk duyduğumda fonetik olarak Bulgarca'ya benzetmiştim. Gerçekten de Bulgarca bir kelimeymiş. İnternetten baktım. "Mağara" ya da "delik" anlamına geliyormuş.
Tekrar aşağıdaki sulu mağaraya geldik. Ancak bu defa ilk girdiğimiz kadar çok üşümüyoruz.
Dupnisa Mağarası'ndan çıktıktan sonra ilk yaptığımız şey derede ayaklarımızı ve sandeletlerimizi yıkamak oldu. Çevresindeki orman piknik alanı olmuş. Bizim de karnımız açıktı. Derme çatma bir yerde kara sineklerle birlikte gözleme yedik, çay içtik.
Çayımızın suyu hazırlanıyor.
Çay suyumuz ısınıyor.
Orman yolundan İğneada'ya doğru yolumuza devam ettik. Doğu Avrupa'nın bu en önemli mağarası aynı zamanda bir çok endemik yarasa türüne de ev sahipliği yapıyor. Görülen o ki bilinçsizce turizme açılmış. Keşke bu mağara sadece doğa severlerin ve mağaracıların ellerinde fenerlerle gezebilecekleri zor ulaşılan bir güzellik olarak kalsaymış.

Kuzeyde görüşmek üzere...