21 Eylül 2013 Cumartesi

ZEUGMA MÜZESİ GAZİANTEP



Gaziantep gezimizin son gününü Zeugma Müzesi'ne ayırdık. Müzedeki mozaiklerin akıbetini hayal meyal hatırlıyorum. Gazetelerden, haberlerden takip etmiştik. Gap Projesi sırasında ortaya çıkışlarını, baraj suyunun altında kalacak olan kısımlarının apar topar kurtarılmalarını...
Zeugma Gaziantep'in Nizip ilçesine 10 km uzaklıkta Fırat Nehri kıyısında M.Ö.300'lerde kurulmuş bir antik şehir. Kommageneliler Roma hakimiyetine girince hızla büyümüş ve o dönemin en büyük ve en canlı şehirlerinden biri olmuş. Varlıklı şehir halkı da işte bu zenginliğin ve gücün simgesi olarak mimaride mozaikleri kullanmışlar.
Yaklaşık 1700 yıl sonra işte o antik mozaikler, sadece mozaikler değil mozaiklerin olduğu villaların sütunları, duvarları ve duvarlardaki freskler bir bütün halinde bu müzede sergileniyor. Bulundukları yerde bırakılamadıkları için antik kent böyle kapalı bir alana taşınmış.
 Zeugma Müzesi'nin açılış tarihi 9 Eylül 2011. Toplam 30.000 metrekare üzerine kurulmuş. 3 ayrı binası var. Konferans salonu ve idari bölümler haricinde sergi için toplam 7.075 metrekare alan ayrılmış.
Zeugma Müzesi'nin girişinde isteğe bağlı ve ücretli olarak birer IPhone ve kulaklık verdiler. Her mozaik numaralandırılmış ve IPhone'da bu numarayı girdiğinizde o mozaikle ilgili her türlü bilgiyi dinliyorsunuz. Gerçekten süper hizmet.
 İlk başta çocuklara sıkılırlar diye Iphone almadık ama ısrar ettiler ve inanılmaz bir şekilde tek tek her mozaiğin önünde durup hepsinin hikayesini büyük bir merakla dinlediler.
Zeugma Müzesi'nin girişinde fotoğraftaki buluntu yer alıyor. Fotoğraf müzeye getirilmeden önce bulunduğu yerde çekilmiş.
Bazalt taştan yapılmış bir kabartma bu. Solda duran adam Kommagene Kralı, yanında duran ise Yunan tanrılarından  Herakles. Birbirleri ile el sıkışıyorlar. İlginç yanı ise uygarlık tarihinde rastlanan ilk tokalaşma sahnesi olması.
Zeugma Müzesi'nin girişinin hemen sağında, bodrum katta sergilenen Roma hamamına ait mozaikleri görüyoruz.
Aynı bölümde yine Zeugma'da bulunan bronzdan yapılmış Mars Heykeli de sergileniyor.
Roma'da Savaş Tanrısı olan Mars bir elinde tuttuğu mızrakla savaşı, diğer elinde tuttuğu bahar dallarıyla da baharı temsil ediyor.
Zeugma Müzesi'nin giriş katında Fırat Nehri'nin kenarındaki villalarda bulunan mozaikler yer alıyor.
 Kazılarda çıkarılan Poseidon ve Euphrates ikiz villalarının mozaikleri, duvar resimleri, çeşmeler,
sütunları ve duvarları aslına uygun olarak yerleştirilmiş.

Fresklerden örnekler.
Zeugma Müzesi
Zeugma antik kentinden getirilen mozaiklerden bazıları havuz tabanı olarak yapılmış. Bunların görüntüsü sanki üzerlerinde su ve yapraklar varmış gibi halogramla yere yansıtılarak ilginç görsel efektler yaratılmış. Siz havuzun üzerinde yürüdükçe yapraklar sizden uzaklaşıyor.
Diğer bir havuzda da yaprak yerine balıklar var.
İşte yukarıdaki havuz mozaiğinin orijinali.
Mozaikte Akhilleus'un Troya Savaşı'na katlmasının hikayesi anlatılıyormuş.
Resmin etrafında yer alan iç bordüre dikkat. Havuzun içindeki su dalgalandıkça desen de dalgalanıyormuş hissi yaratıyormuş!
Bir başka havuz tabanı mozaiği. Diğerlerinden farklı olarak altıgen formunda. Ortadaki resimde Fırat Nehri tanrısı Euphrates görülüyor. Sol taraftaki Fırat Nehri'nin genç nehir tanrısı ile sağ taraftaki su perisi Naias Fırat'ı besleyen çayları ve bu çayları besleyen pınarları simgeliyor.
Yine villalardan birinin havuz tabanı olduğu tahmin edilen bu mozaikte açık denizlerin tanrısı olan Oceanos ile denizdeki dişi unsuru temsil eden Tethys deniz canlılarıyla çerçevelenmiş olarak betimlenmiş. Dünyadaki bütün ırmakların ve nehirlerin bu iki tanrıdan meydana geldiğine inanılırmış.
  Ve Zeugma Müzesi'nde benim en beğendiğim mozaik. Havuz ya da yemek odası tabanı olduğu tahmin ediliyor. İçindeki balıklarla ben havuz zemini olmasını daha çok yakıştırdım.
Bu mozaikte Oceanos ve Tethys'e ilaveten Posseidon da yer alıyor.
Antik Zeugma'daki Roma tipi vilların birinin büyük yemek salonu burası. Hani şu filmlerde gördüğümüz Romalı erkeklerin divanlarda yarı uzanarak yemek yedikleri ziyafet sofralarının olduğu salonlardan bir tanesi. Hani şu danslı eğlenceli yemekler.
Aynı mozaiğin yukarıdan çektiğimiz fotoğrafı. Perseus'un Medusa'nın başını kesme hikayesi anlatılıyormuş.
 Burası da yine bir Roma villasının mutfağı.
 Kadınlar karşısında aciz erkeği betimleyen bir tanrı olan Akratos sevinç, neşe, ışıltı, güzellik simgesi Euphrosyne'nın kadehini içki ile dolduruyor.
Bazı mozaikler ise duvarda sergileniyor.
Sol taraftaki mozaik daha yakından. Ortada küçük bir kafa, etrafında geometrik şekiller.
Zeugma Müzesi'ni gezerken bütün mozaiklerde anlatılan hikayeleri okumak ya da dinlemek mümkün. Ama hikayeler o kadar karışık ki o antik Tanrıların hiçbiri aklımda kalmadı. Açıklamasını internetten bulabildiğim mozaiklerin detaylarını kısaca yazdım buraya.
Zeugma Müzesi'nde yer alan pek çok mozaik eksik olarak sergileniyor. Bunun başlıca sebebi kaçakçılık.
 Toprak, ürün ve bereket tanrısı Demeter.
Resmin etrafındaki çerçevede o yöredeki hayvanlar resmedilmiş.
Aşk (Eros) ve ruh (Physke)'nin hikayesi.
Bu mozayiğin hikayesi buraya yazamayacağım kadar uzun. Bu mozaikle ilgili hatırladığım mozaik sanatında ilk olarak burada ince bir kumaşın altından çıplak tenin görünmesi tekniği başarıyla uygulanmış.
Metiokhos ile Parthenope'nin efsanevi aşkı. Uzun hikaye...
Aphrodithe (Venüs)'in doğuşu.
Venüs'ün surat gitmiş!
Mozaiklerin hepsi çeşitli geometrik desenlerdeki bordürlerle çerçevelenmiş.
Sadece geometrik desenlerden oluşmuş bir mozaik.
Buradaki geometrik desenlerde üç boyut efekti var.
Mozaiklerin yarısı gitmiş, yarısı kalmış. Köylüler daha hiç kimseler bu mozaiklerden haberdar değilken yabancılara satmışlar.
Zeus aşık olduğu Europa'nın yanına altın rengi bir boğa olarak gelir. Sonra hikaye devam eder ve mutlu sona ulaşır.
Bu kimdi? Dilimin ucunda...Hatırlayamıyorum!
Nihayet, Çingene Kızı. Üst katta özel bir bölümde sergileniyor. Labirent şeklindeki siyah duvarların arasından geçerek Çingene Kızına ulaşıyorsunuz.
1992 yılında mozaik Zeugma'nın simgesi haline gelmiş. Aslında yer tanrısı Gaia olmasına rağmen kulağındaki küpeler nedeniyle ilk bulunduğu anda çingene kızı olduğu söylenmiş ve sonra adı öyle kalmış.
Bu mozayiğin en önemli özelliği gözlerinde üç çeyrek bakış tekniğinin uygulanmış olmasıymış. Yani resme hangi yönden bakarsanız bakın o da size bakıyor, sizi izliyor Çingene Kızı.
Ne yazık ki Çingene Kızı'nın dahil olduğu mozaiğin büyük bir kısmı kayıp. Bulunabilen parçalar kısım kısım yerleştirilmiş. Çingene Kızının da olması gerektiği yere kopyası konmuş.
"Kahvaltı Sofrasındakiler." Çok yüksek kalitede olan bu mozaik mükemmele yakın bir vaziyette korunmuş.
Üst katta dolaşmaya devam ediyoruz.
Daidalos Mozaiği. Kenar bordürleri üç boyutlu gibi. Bir Roma villasının yemek odasının taban mozaiği imiş. Resimde tam dört ayrı mitolojik öykü anlatılmış.
Zeugma Hatırası.

Gaziantep'e eğer hala gitmediyseniz baklava, kebap bir yana sırf Zeugma Müzesi'ni gezmek için gidin derim.

3 Eylül 2013 Salı

GAZİANTEP



Gaziantep'e uzun süredir gitmek istiyorduk. Antakya gezimizin ardından Gaziantep'e geçtik. Yağmurlu bir havada!
Kaldığımız 3 gün boyunca yağmur hemen hemen hiç dinmedi. Çoğunlukla bardaktan boşanırcasına yağdı.
 Gaziantep uygarlığın ilk olarak geliştiği coğrafyada kurulmuş. Türkiye'nin hala yaşanılan en eski şehri. Tarih boyunca üzerinden o kadar çok farklı medeniyet geçmiş, halkı farklı dinlerle yaşamış ki. Hititliler, Persler, Kommageneliler, Romalılar, Bizanslılar, Araplar, Selçuklular, Memluklar, Osmanlılar...Gaziantep'in o çok uzun tarihini  burada anlatmak zor. Meraklıları Gaziantep'in tarihi ile ilgili detaylı bilgileri bu adreste bulabilir.

Açılışa bir Gaziantep Türküsü koyalım. Simurg Müzik Topluluğu'ndan:
Gaziantep Yolunda ya da Bahçalarda Mor Meni
Öncelikle Gaziantep Kültür Yolu Projesi'nden bahsetmek istiyorum. Gaziantep İpek Yolu üzerinde bulunduğundan tarih boyunca önemli bir ticaret ve kültür merkezi olmuş . Bugün hala varlığını sürdüren çok sayıda han, hamam, çarşı ve cami mevcut. Ancak savaşlar, işgaller ve de fakirlik yüzünden bu tarihi eserlerin pek çoğu viran durumdaymış. Gaziantep Belediyesi tarafından yürütülen bu ödüllü proje özellikle Gaziantep Kalesi'nin etrafında bulunan eserlerin korunmasını, restorasyonunu, alt yapı çalışmalarını ve peyzajını kapsıyor.
Şimdi Gaziantep Kültür Yolu'nda yer alan tarihi eserleri dolaşmaya başlayabiliriz. Zincirli Bedesten en turistik olanı.
Zincirli Bedesten bir kapalı çarşı. 18. yüzyılda  Hüseyin Paşa tarafından yaptırılmış. Halk arasında buraya Kara Basamak Bedesteni de denirmiş.
Gaziantep'in yöresel el sanatlarına Zincirli Bedesten'de rastlamak mümkün.
Gaziantep'in yöresel el sanatlarından bazıları bakır işçiliği, sedefçilik, yemenicilik, kutnuculuk, külekçilik ve daha neler neler.
Zincirli Bedesten'de yarı değerli taşlardan yapılmış tespih satan çok sayıda dükkanla karşılaştık.
Gaziantep, Zincirli Bedesten
Gaziantep, Zincirli Bedesten
Her türlü turistik eşyaya rastlamak mümkün Zincirli Bedesten'de.
Gaziantep, Zincirli Bedesten
Gaziantep, Zincirli Bedesten
Gaziantep'e özgü baharat, kuruyemiş, kuru sebze dükkanlarını da Zincirli Besdesten'de bulabilirsiniz.
Gaziantep'in yöresel el sanatlarına bakır işçiliği ile başlayalım.  İşlenmiş bakır ürünlerinin kullanımı o kadar yaygın ki Gaziantep'te, bir Bakırcılar Çarşısı var.
 Gaziantep'te bakır işlemeciliğinin tarihi M.Ö.2000-3000'li yıllarına kadar gidiyor. Ev ve mutfak eşyaları, süs eşyaları ve daha pek çok kullanım alanı var bakırın Gaziantep'te .
 Gaziantep'te bakır işlemeciliğinin özelliği yekpare olarak imal edilmesiymiş. Lehim ya da başka bir yolla birleştirme yapılmazmış.
Küçük bir atölyede yapımını izlediğimiz bu küçük levha çok hoşumuza gitti.
Gaziantep'te bakır işçiliğinin yeni nesillere aktarılabilmesi için kurslar açılmış.
Gaziantep, bakır işçiliği, Bakırcılar Çarşısı
Gaziantep'te mutfak eşyalarının neredeyse tamamı bakırdan yapılıyor olsa gerek.Sonra da kalaylanıyorlar tabi ki.
Bakırcılar Çarşısı'ndan fotoğraflar...
Gaziantep, bakır işçiliği, Bakırcılar Çarşısı
Gaziantep, bakır işçiliği, Bakırcılar Çarşısı
Gaziantep, bakır işçiliği, Bakırcılar Çarşısı
Gaziantep, bakır işçiliği, Bakırcılar Çarşısı
Gaziantep, bakır işçiliği, Bakırcılar Çarşısı
Gaziantep, bakır işçiliği, Bakırcılar Çarşısı
Gaziantep'e özgü bir diğer el sanatı sedefçilik. Osmanlı İmparatorluğu zamanında İstanbul'da çok yaygın bir sanat olmasına rağmen günümüzde sadece Gaziantep'de sedef işlemeciliği yapılıyormuş. İlginç olan Gaziantep sedefçilikle 1960'lı yıllar gibi yakın bir dönemde tanışmış. Ceviz ağacı üzerine çeşitli desenlerde çukurlar açılarak buralara teller yerleştiriliyor. Tellerin içinde kalan ahşap oyularak deniz kabuklarından elde edilen sedef buralara yapıştırılarak yerleştiriliyor. Ahşap yakılarak koyu rengi veriliyor. Üzerine cila sürülüyor.
Yemenicilik de Gaziantep'te çok yaygın.  Yemeninin tamamen doğal malzemelerden yapıldığını ve çok sağlıklı olduğunu söylediler. Dayanamadık, her birimiz için bir çift aldık. Yemeni ilk defa Yemen'de icat olduğu için bu adı almış. Daha sonraları Yemen'den Halep'e, oradan da Güneydoğu Anadolu'ya yayılmış. Ancak şu anda Gaziantep ve Kilis dışında yemenicilik tamamen bitmiş.
Bir yemenide beş ayrı hayvanın derisi kullanılıyormuş. İç kısmı dana derisi, alt kısmı manda ve sığır derisi, üstü keçi derisi, iç astarı koyun derisi, kenarı da oğlak derisi. Tüm dikişler de elle yapılıyor.
Sıra geldi kutnuculuğa. Çözgüleri (dikey iplikler) floş denilen suni ipekten ve atkıları (yatay iplikler) pamuktan yapılan kutnu kumaşında çoğunlukla dikey çizgili desenler kullanılıyor. Kutnuculuk 16. yüzyılda Suriye'den gelmiş. Ancak Gaziantep'te doruk noktasına ulaşmış. Eskiden sadece el tezgahlarında üretilirken bugün el tezgahı üretimi hiç kalmamış. Kutnuculuk Gaziantep'te yok olmak üzereymiş.
Kutnu kumaşının kendine özgü renk ve desenleri var. Hakim renk sarıymış. Altın sarısı. 60'tan fazla desen çeşidi varmış.
Bakırcılar Çarşısı'ndaki bir kutnucu dükkanına girdik. İçerisi boş, müşteri yoktu. Dükkan sahibi bize uzun uzun kutnu kumaşı hakkında bilgi verdi. Bilgisayarından kutnuculuk ile ilgili video seyrettirdi. İpeklerin nasıl boyandığını, el dokuması tezgahlara ipliklerin nasıl çekildiği, nerelerde kullanıldığını falan hepsini seyrettik. Sonra ayaklarımızı sürüklemiş olacağız ki (bu her zaman oluyor-keramet Sal'da) içerisi müşteri doldu. Kutnucu amca hiç üşenmeden bize anlattıklarının hepsini her müşteriye tek tek anlattı, videoyu seyrettirdi. Beğendiğim birkaç tane kutnu kumaşı aldım hatıra ve hediye olarak.
Dükkana gelen diğer müşteriler de bizim gibi İstanbul'dan 2-3 günlüğüne Gaziantep'e ailece gelen turistler.
Fotoğraftaki aletler kutnu kumaşının yapımında kullanılıyormuş.
Şimdi de sırada külekçilik var. Külek ilk kez duyduğum bir kelimeydi. İçine bal, pekmez, yoğurt gibi yiyecekleri koymaya yarayan tahta kova demekmiş. Özellikle de yoğurt kabı olarak kullanılırmış. Tahta yoğurdun suyunu çektiği için içindeki yoğurt kalıp gibi olurmuş. Ne yazık artık külek diye birşey kalmamış, sadece çarşısı var! 12 Eylül İhtilali'nden sonra Gaziantep'in asker belediye başkanı küleklerin üzerlerine örtülen bezi sağlıksız bulduğu için küleği yasaklamış!
 
Gaziantep'te Bakırcılar Çarşısı'ndan sonra Külekçiler Çarşısı başlıyor. Ancak fotoğraflarda gördüğünüz külek değil, elek. Külek kullanımı yasaklandıktan sonra bazı külek ustaları elek yapmaya başlamışlar. Elekler sadece un elemek için kullanılmıyor, aynı zamanda mercimek, buğday, fasulye, fıstık gibi ürünlerin boyutlarının belirlenmesi için de kullanılıyormuş. Yani her ürün için eleğin delik boyu farklı oluyor.
****
Gaziantep'in el sanatları bunlarla bitmiyor. Başka neler mi var? Aba dokumacılığı, gümüş işlemeciliği, Antep işi el işlemeleri, kilimcilik, küpçülük, kuyumculuk, zurnacılık...
Ertesi sabah kahvaltı için heyecanla Gaziantep'in ünlü katmercisi Zekeriya Usta'yı aramaya başladık. Arabamızı zar zor katlı otoparka bıraktıktan sonra yoğun yağmur altında ilk gördüğümüz katmerciye girdik. "Katmerci Abdo Usta". Fazla oyalanamazdık, çünkü Gaziantep'te sabah saat on buçuktan sonra katmer yapılmadığı bilgisine sahibiz.
Dükkandaki 3. kuşak katmer ustası arkadaş dördümüze sadece bir tane katmeri uygun gördü. "Hepiniz birer tane yerseniz akşama kadar başka birşey yiyemezsiniz, Gaziantep'te yenilecek daha çok şey var." dedi. Döndüre döndüre yufkasını açarken bir yandan da katmerle ilgili bilgiler verdi. Efendim, Gaziantep geleneklerinde katmer düğün gecesinin sabahında gelin ve damada kahvaltı niyetine verilirmiş. Ayrıca kız evine de gönderilirmiş.
Ustamız katmeri yeni usul elektrikli saçta pişirdi. Yan tarafta yeni bir dükkan aldıklarını, orada taş fırın yaptırdıklarını ve turistler için gün boyunca pişireceklerini söyledi. Bu arada son hamuru da biz yemiş olduk. Bizden sonra dükkana gelenler turistlerden ziyade çevredeki esnaftı. Katmer saatinden sonra kadayıf, lokma tatlısı servisi yapılıyor gün boyunca. Bir tane katmeri paylaştık. Fıstık ve kaymak karışımının böyle uyumlu olabileceği aklıma gelmezdi. Öğleden sonra İmam Çağdaş'a gidene kadar inanır mısınız o kaymak-fıstık karışımının ağzımda bıraktığı muhteşem tat hiç gitmedi. Abartmıyorum.
Ertesi sabah riske atmamak için erkence kalkıp Zekeriya Usta'yı bulduk. Yeri biraz karışık, ara sokaklarda ama sorduğunuzda herkes tarif ediyor. Salaş bir dükkan olmasına rağmen çok ünlü. Burada da 3. kuşak çalıştırıyor dükkanı.
Oturduğumuz masanın hemen yanındaki açık pencereden katmerin hazırlandığı bölümü görebiliyoruz. Döndüğümüzde evde ben de yapmayı denedim. Hem baklava yufkasından hem de normal yufkadan. Manda kaymağı kullandım. Şeker yerine de biraz bal gezdirdim. Teflon tavada pişirdim. Hiç de fena olmadı.
Zekeriya Usta'da taş fırın katmeri yemiş olduk. Açıkçası ben Abdo Usta'da yediğim saçta pişmiş katmeri daha çok beğendim. Taş fırında pişmiş olan katmerin yufkası daha kuru, daha sertti. Ayrıca şekeri de bana fazla geldi. Fıstık ve kaymağın haricinde yerken ağzınızda kıtır kıtır toz şekerin tanelerini hissediyorsunuz. Şekerden rahatsız olunca bir tane de şekersiz söyledik. O da pek bir yavan geldi. Bizden sonra gelen bazı müşterilerin az şekerli olarak sipariş verdiğini duydum.
Çaylar yandaki çaycıdan geliyor. Kendileri demlemiyorlar.
Sal açık pencereden kamerasını uzatıp katmer yapılışını videoya çekti. Yufkaya takla attırarak inceltmelerini seyretmek çok zevkli. Fonda yöresel bir müzik kullanmak isterdim. Ama You Tube'nin arşivlerinde yok öyle bir müzik. Hariçten müzik ekleyince de uyarı geliyor telif hakları yüzünden.
Abdo Usta'dan çıktıktan sonra ağzımızda fıstık-kaymak tadı yağmurun izin verdiği ölçüde Gaziantep'i dolaşmaya başladık. Kültür Yolu Projesi tam olarak bitmemiş olmalı. Sokaklardan bazıları böyle güzel düzenlenmişken bazıları hala inşaat halinde. Hoplaya zıplaya yağmur altında yürüdük.
Malum Gaziantep eski ticaret merkezi. Böyle olunca karşımıza her adım başı bir han çıktı. İşte onlardan birisi: Yenihan. İçindeki Kaleoğlu Mağarası geçmişte kesme taş ocağıymış. Şimdi ise turizme kazandırılmış ve yöre halkının buluşma mekanı olmuş.
Pürsefa Hanı'nın ilk ne zaman yapıldığı bilinmiyor. İki kez yanmış. İlk yıllarında konaklama amaçlı kullanılmış. Daha sonra ise sabun imalathanesi olmuş.
Pürsefa Han'ı 2008 yılında restore edilerek turizme kazandırılmış.
Pürsefa Hanı'nın sahibi Hacı Ahmet Bey Van'da meydana gelen depremden sonra Gaziantep'e gelen 15 depremzede aileyi bu handa ağırlamış.
Tarihi Tütün Hanı Bakırcılar Çarşısı'nın içinde. 1790'lı yıllarda yapılmış. Eskiden tütün tüccarlarının konakladığı bu han 2007 yılında restore edilerek tamamen turistik bir mekan haline getirilmiş. Ortasında bir yörük çadırı, etrafında hediyelik eşya satan dükkanlar ve Mağara Cafe var.
 Mağara Cafe'nin girişi.
Mağaradan içeri girdiğimizde şark usulü dekore edilmiş, iç içe geçmiş beş ayrı odayla karşılaştık. Biz gittiğimizde hemen hemen hiç müşteri yoktu. Biz de fazla takılmadık. Fotoğraf çekip çıktık.
Mağaranın içerisinde Gaziantep'in eskiden yeraltı su kaynaklarının dağıtıldığı sisteme ait iki adet kuyu var.
Tütün Han Kurtuluş Savaşı'ndan önce cephanelik, daha sonra ise kuruyemişçilerin deposu olarak kullanılmış.
Tütün Hanı avluya açılan 15 adet odadan oluşuyor. Buralarda Gaziantep'e özgü turistik eşyalar satılıyor.
Tütün Hanı
Tütün Hanı
Tarihi Buğday Hanı 2007 yılında restore edilmiş ve içinde yöresel gıda ürünleri satılıyor.
***
Antepliler zengin ve becerikli bir şehir ahalisinin torunları. Çalışmak genlerinde var. Tarihin cilveleri nedeniyle zaman zaman fakirleşseler de küllerinden yeniden doğmayı çok iyi beceriyorlar. Tamamen kendi çabaları ile kalkınmış bir şehir Gaziantep. Konuştuğumuz bir esnaf "Burada gördüklerinizin hepsi, sanayileşme, ticaret, şehir planlaması devletten hiç yardım alınmadan yapılıyor," dedi. Tarih derslerinden hatırlarız; Kurtuluş Savaşı'nda Fransızlar tarafından işgal edildiklerinde kendi savunmalarını kendileri yapmışlardı.
***
Gaziantepli işadamları ile ilgili şöyle de bir efsane var: İşadamları oğulları liseye başladığında ellerine benim için büyük, onlar için küçük bir sermaye verirlermiş. Sonra da çocuğa "Bu parayla kendine bir iş kur. İster limon sat, canın ne yapmak isterse." derlermiş. 1-2 yılın sonunda çocuk parayı büyüttüyse ne ala. Yok ama parayı batırmışsa "Bu çocuktan adam olmayacak, en iyisi üniversitede okusun." derlermiş.
Hala restore edilememiş hanlar da var. Çekirdekçi Han ya da Emir Ali Han'ın halini görünce acaba diğerleri de restore edilmeden önce bu halde miydiler diye soruyor insan kendine.
Gaziantep'in hanları sadece bu kadar sanmayın. Bizim görmediğimiz ya da görüp de fotoğrafını çekemediğimiz bir çok han var daha.
Karatarla Camii'nin restorasyonu yeni başlamış.
Gaziantep'in tarihi hanlarını dolaştıktan sonra heyecanla beklediğimiz İmam Çağdaş'a gitme vakti geldi.
İmam Çağdaş oldukça eski bir baklavacı ve kebapçı. Tarihi 1887 yılına kadar uzanıyor. Halep'ten gelen Hacı Hüseyin Efendi ilk olarak açıyor dükkanı. Şimdi 3. kuşaktan iki kardeş işletiyor.
Kebap siparişimizi verdik. Önden cacık geldi. Geldiği gibi de bitti. İkinciyi söyledik. E tabi yoğurdu has Antep yoğurdu!
Peynirli pide garsonun ikramı. Ucundan tırtıkladık. Karnımızı pide ile doldurmaya hiç niyetimiz yok.
Ayran bakır tasta ve kaşıkla gelince çok şaşırdık. İlginçtir ayranın nerdeyse hiç tuzu yoktu. Ama nasıl güzel. Şu ayranın lezzetinin fotoğrafını çekebilseydim size gösterirdim ama olmuyor işte. Gidin derim... Gidin ve bu ayranı için, bu lezzeti tadın.
İmam Çağdaş'ın internet sitesini çok şık buldum. Orada ayranın kaşıkla içilmesinin sebebi şöyle anlatılmış:
"Ayranı kalaylı bakır taslarda yanında küçük bir kepçe ile sunuyoruz. Bunun nedeni de bardakla hızlı içilince ayranın mideyi doldurması. Kaşık ile yavaş yavaş içildiğinde ise kebabın tadı kaybolmuyor."

Kıyma kebabı.
Ali Nazik.
Patlıcan kebabı ve şiş kebap da yedik ama fotoğraflarını çekemeden bitirmişiz.
 Kebaptan sonra sıra geldi baklavaya. Garsonumuz hemen uyardı bizi: Gaziantep'te baklava öyle çatalla, bıçakla yenmezmiş. Baklava baş ve işaret parmağımız arasında kavranıyor, ters çevriliyor, alt kısmı damağımıza değdiriyor ve ısırılıyor. Isırdığımızda "hırşşş" diye bir ses çıkarsa o baklava iyi baklavaymış.
Biz baklavayı ve şöbiyeti yine de bildiğimiz usulde yedik.Tabanını damağımıza yapıştırmasak da tadı muhteşemdi. Normalde iki dilimden fazla yiyemem. Benim için baklava aşırı ağır olan tatlılar sınıfına girer. Ama bu baklavaları insanın yedikçe yiyesi geliyor.  İstanbul'da yediğimiz Gaziantep baklavalarından çok farklı. Zaten tüm malzemeler yöresel ve özel seçilmiş. Bir de hiç soğutucuya girmeden servis ediliyor. Tüketim o kadar fazla ki bozulmasın diye soğuk dolaba koymaya gerek kalmıyor. Sal'a göre buzdolabına girmiş bir baklava artık baklava değildir. Başka bir tatlıdır.
Garsonumuz istersek İstanbul'a da otobüsle baklava gönderebileceklerini söyledi. Ama bayram için istiyorsak çok önceden sipariş vermemiz gerekiyormuş. Çok yoğun oluyorlarmış bayramdan önce.
Her ne kadar en sevdiğim tatlılardan olmasa da oğluma hamileyken baklavaya aşermiştim. Günün her saatinde gözümün önünden tepsi tepsi baklavalar geçiyordu. Sal iş için Gaziantep'e gitmiş, geç bir saatte bir kilo baklava ile geri dönmüştü. Sabah olduğunda getirdiği baklavanın yarısının yok olduğunu görünce dehşete düşüp, dobişko olmamam için baklava kısıtlaması getirmişti bana.
Ertesi gün kebap için başka tavsiyeler alsak da biz yine İmam Çağdaş'ın yolunu tuttuk.
İki gün üst üste gidince Sal ve garsonumuz kanka oldular. Sağolsun bizi evine yemeğe çağırdı. "Esas Antep yemekleri evde pişirilenlerdir." dedi. Sonra da ekledi : "Gerçi ben çalışıyorum, sizinle birlikte olamam ama hanıma söylerim sizi güzelce ağırlar."
Meğerse haftanın yedi günü sabah sekiz, akşam sekiz çalışıyormuş. Ayda sadece bir gün izni varmış. Önce izinsiz çalışmasını çok yadırgadık. Farklı kişilerle konuştukça anladık ki Gaziantep'te bu çok olağan bir durum. Gaziantep'te hayat çalışmak ve yemek üzerine kurulmuş.
Sal İmam Çağdaş'ın ikinci katına fotoğraf çekmeye çıktı.
Oooooo. Patlıcan kebapları. Ne kadar da çoklar.
Gaziantepliler günde 20 saat yer kalan 4 saatte de ne yiyeceklerini düşünürlermiş.
Kebapçı ustası Sal.
İmam Çağdaş'tan çıkınca yoğun yağmur altında inşaat halindeki sokaklardan zar sor yürüyerek Gaziantep Mutfak Müzesi'ne ulaştık. Üzerimizden sular damlarken kendimizi içeriye attık.
Tam adı Gaziantep Emine Göğüş Mutfak Müzesi. 1905 yılında yapılmış olan konak Gaziantep'in geleneksel mutfak kültürünü anlatmak için özel olarak düzenlenmiş. Emine Göğüş'ün oğlu, Türkiye'nin ilk Turizm Bakanı Ali İhsan Göğüş çocukluğunun geçtiği bu konağı sadece müzenin isminin annesinin adını taşıması karşılığında 2005 yılında belediyeye vermiş.
Müzede sergilenenler arasında Gaziantep mutfağında kullanılan araç gereçler, tabaklar çanaklar, porselenler var.
 Gaziantep mutfağına özgü yemekler, baharatlar, otlar ve daha bir çok detay duvarlardaki panalorda anlatılıyor.
Kilerde erzaklar saklanıyor.
Gaziantep'te misafir ağırlama.
Yöresel kıyafetleriyle manken kadınlar Gaziantep'in en ünlü yemeği yuvalamayı yapıyorlar.
Konağın odalarından birinin tavanı.
Gaziantep'e gelip Tahmis Kahvesi'ne gitmeden olmaz.
Gaziantep, Tahmis Kahvesi
Tahmis Kahvesi'nden içeri girdiğinizde çok etkileyici bir atmosferle karşılaşıyorsunuz.
Gaziantep, Tahmis Kahvesi
Cam kenarındaki en köşe masayı kaptık.
Gaziantep, Tahmis Kahvesi

 Menengiç Kahvemizi söyledik. Menengiç kahvesi menengiç bitkisinin meyveleri kavrulup öğütülerek yapılıyor. Birçok derde deva diyorlar.
Gaziantep, Tahmis Kahvesi
Tahmis kahvenin dövüldüğü yer anlamına geliyormuş. Eskiden kahve cevizden oyma dibeklerde dövülürmüş. Rivayete göre 4. Murat Bağdat Seferi sırasında burada dinlenmiş ve dibek kahvesi içmiş.
Gaziantep, Tahmis Kahvesi
Tahmis Kahvesi'nin geçmişi dile kolay 1635'e kadar gidiyor. Türkiye'nin en eski kahvelerinden burası. Kahvehane her zaman döneminin önemli kişilerinin toplantı yeri olmuş.
Gaziantep, Tahmis Kahvesi
Tahmis Kahvesi'nin çay ocağı.
Gaziantep, Tahmis Kahvesi
 Tahmis Kahvesi'nde nargile içen bir amca.
Gaziantep, Tahmis Kahvesi
Tahmis Kahvesi günümüzde turistik bir mekan olmakla birlikte hala Anteplilerin bir araya gelip sohbet ettiği ve çeşitli yöresel etkinlikler düzenledikleri bir mekan olmaya devam ediyor.
Gaziantep, Tahmis Kahvesi
Sal üst kata çıkıp oradan fotoğraflar çekti.
Gaziantep, Tahmis Kahvesi
Gaziantep, Tahmis Kahvesi
Gaziantep, Tahmis Kahvesi
Üst kattan görünüm.
Gaziantep, Tahmis Kahvesi
Tahmis Kahvesi'nde uzun uzun oturduk. Çıktığımızda yağmur dinmişti. Akşam üzeriydi. İnsanlar hala harıl harıl çalışıyorlardı.
Gaziantep
Son olarak alışverişimizi yapmak için Elmacı Pazarı'na gittik. Kurutmalık (kurutulmuş sebze), salça, kuruyemiş  çeşitlerini bu pazarda bol bol bulmak mümkün.
Gaziantep
Gaziantep
 Kızım yaş üzüm pekmezinin tadına baktı. Çok sevdi. Aldık bir miktar.
Gaziantep
Alışverişimizi yapıp otelimize geri döndük.
Gaziantep
***
Gaziantep'i yağmurun da etkisiyle tam olarak gezemedik. Örneğin kalesine gidemedik, şehitler abidesini göremedik. Tekrar gelmek için vesile olsun diyorum.
Ertesi gün için planımız Zeugma Müzesi'ni gezmek.

Orada görüşmek üzere...