29 Eylül 2011 Perşembe

VENEDİK GEZİMİZE DEVAM







Üç gündür sürekli yürümenin verdiği yorgunluk ile sabah geç kalktık. Kahvaltımız çok uzun sürdü, ama boş durmadık. Penceremizin önünden geçen gondolların time lapse - zaman aralıklı-  fotoğraflarından oluşan videosunu çekmek için tripodumuzu kurduk, fotoğraf makinasında gerekli ayarlamaları yaptık. Fotoğraf makinası yarım saat süreyle 4 saniyede bir çekti, biz de afiyetle kahvaltımızı yaptık.
Kahvaltıdan sonra odamızın önündeki kanalın üzerinde bulunan köprüden time lapse çekim yapmak için dışarı çıktık. Yarım saat köprünün bir tarafından, yarım saat diğer tarafından çekim yaptım. Bu sırada Sal ve çocuklar civarda dolaştılar. Yukarıdaki video bu üç ayrı bölümün birleşmesinden oluştu.
Ben köprüde makinanın başında bekliyorum. Oldukça yaşlı ve  bakımlı bir İtalyan teyze köprüden karşıya geçerken bana selam verdi, İtalyan olup olmadığımı sordu. "İtalyan değilim" dedim. Eskiden İngilizce bildiğini ama yaşlandıkça unuttuğunu, Venedikli olduğunu, şehrini çok sevdiğini, özellikle de köprüleri çok sevdiğini anlattı çat pat İngilizcesiyle.

Venedik'de olduğumun daha dördüncü gününde bana hafiften kasvet basmışken insan bütün bir ömrünü  bu şehirde nasıl geçirebilir diye düşündüm. Tripota kimse çarpmasın diye dakikalarca ayakta beklemek durumdayken insanın yaşadığı şehri sevmesi üzerine düşündüm.

Kış zamanı suların bastığı, romatizma olmanın kaçınılmaz olduğu, sivrisineklerin cirit attığı, her tarafından turist fışkıran bu şehirde yaşamayı tüm olumsuzluklarına rağmen ayrıcalık olarak görüyordur buralılar. Orjinalliği, tarihi ve kültürel zenginliği ile gurur duyuyorlardır. Bu yaşlı teyzenin her bir köprüde ayrı bir anısı vardır.
Karşidaki binanın giriş katındaki köşe daire bizimki.
Daha yakından çekilmiş hali. Pencerelerde sineklik yok görüldüğü gibi. Gece bütün sinekler içeride. Prize takılan sinek kovuculadan aldık ama, ufacık dairede nereye kaçacak ki sinekler. En çok Ege'yi ısırdılar. Herhalde O'nun kanını sevdiler diye düşündük ancak sonradan anladık ki Ege gece üzerinde yorgan tutmuyor. Çocuk açık hedef halinde.
İlk kez Rialto Köprüsü'nden karşıya geçmeye niyetliyiz. Her gün en az üç defa dondurma yedik. Her yer dondurmacı dolu. 
İster külahta, ister kapta olsun o dondurmalar çocukların üst başlarını öyle bir batırdı ki ciddi kıyafet sorunu yaşadım. Elde yıkadığım hiçbir şey kurumadı. Hatta dairemizde elektirikli çamaşır kurutucusu bile vardı ama bir kot pantolonun kuruması üç günü buldu. Havlular küf tuttu.
Rialto Köprüsü'nden geçerken Ege'nin çektiği bir fotoğaf. Herşey su yoluyla taşınıyor. Herşey bu yüzden daha da pahalı.
Köprünün karşı tarafı daha güzelmiş. Daha az turistik. Kafeler daha mütevazı, daha ucuz. Çok sayıda sanat atölyesi gördüm. Bu tarafın daha entel-dantel bir havası var.
Genel olarak Venedik'deki unlu mamülleri beğenmedim. O kadar çok sayıda bu tarz dükkan var ki. 
Vitrinler enterasan.
İşte geleceğin fotoğrafçısı. Tripodu bile taşıdı canım oğlum.
Maskeler her yerde.
Sokaklar, evler çok güzel.
 Bir süre ilerleyince dükkan sayısı gittikçe azaldı. Sadece evlerin olduğu sokaklarda yürümeye başladık. 
Vaporetto ile odamıza dönüp birşeyler yiyelim ve dinlenelim diye düşündük. En yakın durağa gittik. Durağın hemen arkasında ilginç bir sokak sanatı örneği vardı.
Boyanmış yumurtalar.
Daha da yakından.

Uzun süre durakta bekledik. Bizimle birlikte bekleyen birkaç kişi daha vardı. Bir öğrenci, genç Venedikli bir çift, İtalyan turistler. Vaporetto bir türlü gelmedi. Bazıları beklemekten sıkılıp gittiler. Bizim ise keyfimiz yerindeydi. Gölgede Büyük Kanal manzarası seyrederek bir güzel dinlendik. Neden sonra bir tekne durağa yanaştı ve içindeki adam İtalyanca birşeyler söyledi. Sağolsunlar İtalyan turistler bize İngilizce tercüme ettiler. 24 saatlik grev yüzünden vaporettolar çalışmıyormuş. 1 günlük biletimiz boşa gitti yani. İyice dinlendikten sonra dairemize yürüyerek döndük mecburen.
Eve dönerken Ege'nin çektiği bir fotoğraf. Ben çok beğendim.
Ege tekne fotoğrafı çekmeye bayılıyor.



Dairemizde öğle yemeği yedik, dinlendik. Akşam üzeri güneş batmak üzereyken bu sefer Rialto Köprüsü'nün üzerinden time lapse fotoğraf çekmek için çıktık. Köprünün üzeri o kadar kalabalık ki zar zor tripoduma yer bulabildim. Büyük Kanal manzaralı fotoğraflarını çekmek için turistler köprünün kenar kısmında sıra bekliyorlar. Kalabalıkta insanlar tripoda çarpmasın diye sürekli tetikteyim. En çok da Ege çarpmasın diye. Sal çocukları aldı, dolaştırmaya, dondurma yemeye filan götürdü. Ben makinanın başında beklemeye gönüllü oldum. Tam 1 saat boyunca 4 saniye aralıkla fotoğraf çekti makinamız. Benim ise aynı yerde durmaktan bacaklarım yoruldu, belim ağrıdı. Ara sıra merdivenlere oturdum.

Sonra köprünün diğer tarafına geçtim. Bu taraf daha da kalabalık. Yine zar zor yer buldum. Tripoda en ufak bir çarpma, kadrajda en ufak oynama bütün işi bozacağından kimseyi yanıma yaklaştırmamaya çalışıyorum.  Bu tarafta 1,5 saat boyunca fotoğraf çektim. Bu süre içinde birçok çift de fotoğraflarını kendi makinalarıyla çekmemi istedi. Gelen geçenleri seyrettim. Buradaki turistlerin pekçoğu İtalya'nın diğer şehirlerinden geliyormuş. Kadınların çok uyumlu giyidikleri dikkatimi çekti. Nerden geliyor bu uyum diye inceledim. Öncelikle insanların vücut oranları kadar iyi ki çuval giyseler yakışacak zaten. Kıyafetler sade ama renkler birbirleriyle çok uyumlu. Nerdeyse tüm kadınların boynunda sanki özellikle o kıyafet için alınmış cam boncuk kolyeler var.

Ben insanları böyle estetiksel kaygılarla seyrederken saat 8 civarında birden giyim tarzı değişti ve çok şık 30'lu, 40'lı yaşlarda hanımlar ve beyler köprüden geçmeye başladılar. Acaba mesai bitti de işyerleri mi dağılıyor diye düşündüm. Ya da pahalı Venedik restorantlarına akşam yemeğine mi gidiyorlardı? Sanatsal etkinliklere gidenler miydi yoksa?

Gökyüzü gece mavisine dönmüş, şehirde ışıklar yanmaya başlamıştı. Bizimkiler akşam yemeklerini yemişler yanıma geldiler. Karnım aç ve çok yorulmuştum. Daha fazla devam etmek istemedim. Bezgin bir halde makinayı kapattım. Köprünün hemen dibinden fahiş fiyata büyük bir parça sebzeli pizza alıp yedim. Nefisti.
Ben pizzamı yerken Sal da Rialto Köprüsü üzerinden bu panaromayı çekti.
Gece çocuklarla erken saatte yattım. Sal fotoğraf çekmek için dışarı çıktı. Rica ettim benim için gondol fotoğrafı çekti.
Ertesi gün rotamız yine aynıydı. Köprünün batı ayağına çok yakın kurulan balık pazarını (Pescheria) dün geç gittiğimiz için kaçırmıştık. O yüzden bu sabah dışarı erken çıktık. Hava hafif yağmurluydu. Dairemizde bulduğumuz bir şemsiyeyi gün boyunca yanımızda taşıdık. Ve doğruca balık pazarına gittik.
          Pazarda her çeşitten benim bildiğim bilmediğim deniz ürününleri satılıyordu.
Anladım ki Venedikliler bolca deniz ürünü tüketiyorlar. Ne de olsa bir ada burası.
Gerçi ben de bir yarımadada yaşıyorum ama böyle şeyleri sadece restoranlarda yerim. Alıp evde pişirmem. Nasıl pişirileceğini de bilmem, merak da etmem.
 Sadece evde pişirmek isteyenler değil, restoranlar, şefler de burdan seçiyor balıkları ve diğerlerini.
Fotoğraf çekmek için harika bir mekan. Ben kaptım makinayı  fotoğraf çekerken Sal'da çocuklarla birlikte dün gittiğimiz San Giacomo Meydanı'na gitmek üzere yanımdan ayrıldı. Orada buluşacağız.
Venedik'de 14. yy dan beri balık pazarı kurulurmuş.
 Pazarın kurulduğu bu bina 1907'de yapılmış.
 Dışarıdan görünüş.
Tekrar içeri dönersek, bu filedeki hayvanlar canlı!
Ve adamımız canlı mahlukların arasına korkusuzca elini daldırıyor!
 Severim ama pişmişini.
Venedik'e gelip bir restoranda balık yemeden olmaz ama oluyor işte.
Çok küçük bunlar, nasıl pişirilir, nasıl yenir ki?
 Satıcılar turistlerin fotoğraf çekmesine alışmışlar.
Burası da balık pazarının hemen yanında bulunan sebze, meyve pazarı.
Gün boyunca taşımamız gerekmeseydi  bir şeyler almak güzel olurdu.
Hepsi ne kadar lezzetli görünüyor.
Venedik Balık Pazarı'na veda edip dün geçtiğimiz yollardan giderek buluşacağımız meydanı bulmaya çalışacağım. Harita Sal'da kaldı bu arada.
Venedik'de yol bulmak için vitrinlerine dikkat etmekte fayda var. Sokaklar, evler birbirine çok benziyor ama her bir dükkanın vitrini orijinal. Ben de öyle yaptım ve dün gördüğüm dükkanları izleyerek arasıra da fotoğraf çekerek yürümeyi sürdürdüm.
Bu arkadaşı dün de görmüştüm. Doğru yoldayım.
Ama bir süre sonra dükkanlar bitti. Doğru yolda olduğumdan artık o kadar da emin değilim.
Bu köprüden daha önce geçmiş miydim?
Hava genelde bulutlu. Güneş arasıra çıktığında bile rahatsız edici oluyor.
 Bu sokağı çok beğendim.
Balkon çok romantik. Masada birileri oturuyordu, tam ben çekerken kalktılar.
Bu dükkanı dün görmediğime eminim. Kayboldum!

Hatırladığım ilk noktaya geri dönüp başka bir sokaktan gitmeyi denedim ama düne dair hatırlatan hiçbirşey yok. Ben de kesin meydana gidiyorlardır diye kalabalığı takip ettim. Sonunda meydana vardım. Bu arada Sal aradı "Nerede kaldın" diye. "Geldim,neredesiniz?" dedim." Oturdukları kafenin yerini tarif etti. Telefonu kapattım.

Güneşte hızlı yürüdüğüm için kan ter içindeyim. Ama bu meydan dün gittiğimize göre daha mı büyük ne? Yanlış meydana gelmişim. Aynı mahallede iki meydan olabileceği aklıma gelirmiydi ? Ağaç altında boş bir bank buldum. Oturdum, soluklandım. Panik yapmaya hiç gerek yok. Çünkü Venedik'te tamamen kaybolmak imkansız. Her köşe başında binaların üzerinde ana merkezlerin yönünü gösteren tabelalar var. En kötü ihtimal Rialto'da buluşuruz. Sal'ı aradım. " Harita sende, siz bana gelin." dedim.
Benim gittiğim meydanın adı San Polo Meydanı. Dün gittiğimiz, Sal'ın çok sevdiği ve bugün de gitmek için ısrar ettiği meydanın adı ise San Giacomo. Her kilisenin küçük ya da büyük bir meydanı var.
Meydana yakın bir dükkanda pizza yedik. Bu tarafta pizzalar ne kadar ucuzmuş.
Yemekten sonra Büyük Kanal'a doğru yürümeye başladık.
Rotamız Scalzi Köprüsü'nü takiben Gheto Mahallesi.
Scalzi Köprüsü üzerinden çektiğim bir fotoğraf.
Köprüyü geçip sağa doğru yürüdüğümüzde bu meydana ulaştık. Banklarda oturup birşeyler içtik, dondurma yedik.
Oyuncak aldık.
Kedi sevdik.
Gheto Mahallesi, yani Venedik'in Yahudi mahallesi Venedik'in kuzeyinde yer alıyor. Rivayete göre getto kelimesi burdan türemiş ve genelleşmiş. 16. yüzyılda Yahudiler Venedik'e geldiklerinde sadece burada yaşamalarına izin verilmiş. Her türlü ihtiyaçlarını burda karşılıyorlarmış ve mahalle sınırlarından dışarı çıkmaları yasakmış.
Zamanla nüfus artınca mahalleyi genişletmediklerinden binalar diğer Venedik evlerine göre daha alçak tavanlı yapılmış ki daha çok kat sığabilsin. Böylece tüm sülale aynı binada yaşamaya başlamışlar.  Sinegoglarını ise daha havadar olsun diye binaların en üst katına yapmışlar.
Gheto Mahallesi'nin meydanı. Sağ tarafta yerdeki tahtalar sular bastığında ıslanmadan yürüyebilmek için konmuş. Pek çok meydanda böyle tahta geçitler var.
Aynı meydanın diğer tarafı. Günümüzde çoğunluk Yahudi nüfus yine bu bölgede yaşıyormuş. Tabi ki artık mahallenin dışına çıkabiliyorlar.
Gondolcu bizi gözüne kestirdi.
Biz de gondol gezmesi yapmadan Venedik'ten ayrılmayalım dedik, pazarlığımızı yaptık ve gondola bindik.
Gondolcumuz 48 yaşındaymış. İtalya'ya Polonya'dan ailesi ile birlikte 8 yaşındayken göç etmiş. 3 haftalık bebeği varmış.
Kaldığımız odanın penceresinden o kadar gondol seyrettik, hiçbirisinde gondolcu turistlerle muhabbet etmiyordu. Ama bizimki maşallah bize tam bir rehberlik hizmeti sundu. Yukarıda bahsettiğim Gheto Mahallesi ile ilgili tüm bilgileri o anlattı.
Büyük Kanal'da gondol seviyesinden manzara. Rialto Köprüsü ile Scalzi Köprüsü arasında dolaştık. Bu bölgede kanal üzerinde ne kadar kilise, saray, müze ya da önemli bina varsa hepsini tek tek anlattı gondolcumuz. Kliselerin pek çoğu bilinmeyen bir sebeple kapalıymış, kullanılmıyormuş. Bence cemaatleri kalmamıştır. Çünkü genç nüfusun çoğu anakarada yaşamayı tercih ediyormuş artık.
Hemen arkadaki pembe bina eski yüzyıllarda Venedik cellatlarının yaşadığı binaymış ve Büyük Kanal üzerindeki iki katlı olan tek bina imiş.
Venedik'te ticaretin yoğun olduğu yüzyıllarda yolsuzluk yapanların hiç gözünün yaşına bakılmaz direk cellatlara teslim edilirmiş.
Gondolcumuz çok sevdiğim İtalyan şivesi İngilizceyle anlatıyor da anlatıyor. Kendisi günümüzdeki İtalya'daki yolsuzluklar için de aynı yöntemin uygulanmasından yana. "Yolsuzluk yapanlara acımayacaksın."
Adamımız Berlusconi'ye saydırırken.
O kadar fotojenikti ki Sal da ben de durmadan adamın fotoğrafını çektik.
Gondoldan Ege'nin çektiği bir fotoğraf.
Balık pazarının Büyük Kanal tarafından görünüşü. Bu fotoğrafı da Ege çekmiş.
İnmeden hemen önce son bir hatıra fotoğrafı çekti gondolcumuz. Tüm gondolcular o upuzun gondolları dap dar kanallardan milimetrik menevralarla döndürürlerken aynı zamanda fotoğraf da çekebiliyorlar, cep telefonuyla da konuşabiliyorlar.

Arkadaki yapı ise 17. ve 19. yüzyıllar arasında Türk tüccarların kullandığı depoymuş. Şu anda ise doğa tarihi müzesi.
 Gondol sefamızın ardından sokaklarda yürümeye devam.
Kumaşçı dükkanı.
Bu gondolcunun ahı gitmiş vahı kalmış, omuzlar çökmüş. Dünyayı omuzlarında taşıyor sanki.
Nerde bizim bıçkın delikanlı gondolcumuz?
 Vitrindeki bu minyatür kitaplıklara bayıldım. Venedik'ten aldığımız tek hatıra eşyası bunlardan birisi oldu.
Dairemize döndüğümüzde ben yine çok yorgundum. Çocukları ve kendimi yatırdım. Sal hala dinç bir şekilde pencereden uzun pozlama gece fotoğrafı çekiyor.
Ben ise uyumaya çalışıyorum. Ama yorgunluktan uyuyamıyorum. Üstelik üşüyorum.
Sal'ı pencereden fotoğraf çekmek kesmedi aldı tripodu dışarı çıktı. 
Sallanan gondollar.
 Gece vakti çekilmiş bir Rialto Köprüsü fotoğrafımız da oldu böylece.
Ertesi gün öğlene doğru Floransa'ya gitmek üzere trenle yola çıktık. Yol yaklaşık 2 saat sürecek. Tren çok konforlu. Büfesi de var.
 Türkiye'ye dönüşümüz Venedik Havaalanı'ndan olduğu için yine geri döneceğiz.

Floransa'yı da gezdikten sonra yağmurlu bir havada eve gitmek üzere Venedik'e geri döndük. Yukarıdaki fotoğraf Sal'ın çektiği son gün panoraması. Üzerini tıklayıp büyük boyutta bakmanızı öneririm. Festival zamanı tekrar gelsek mi diye konuştuk kendi aramızda. Venedik insanın defalarca gelmek isteyeceği bir şehir.

Floransa ve Siena fotoğraflarında buluşmak üzere...
Venedik gezimizin diğer kayıtllarına ulaşmak için: